20 Şubat 2016 Cumartesi

En çok...

En çok uyumadan önce hissediyorum yokluğunu
Kapatmak üzere olduğum gözlerim seni düşleyerek dalıyor uykuya
En çok kalabalıklarda özlüyorum seni
Koca sesini
İnsana neşe veren hareketlerini
Kahkahalarını daha çok
En çok seni arıyorum
Raylarda
Yaptığımız yolculuklarda
Martılara simit attığımız vapurlarda
O günleri arıyorum
Seninle neşelenen iftar sofraları
pazarları
Sevdiğimiz börekleri
Bindiğimiz bisikletleri
En çok seni ararken kayboluyorum
Öğrettiğin sokaklarda
Karşıdan karşıya geçerken tuttuğun elim şimdi boşlukta
En çok yeşil ışık yandığında korkuyorum o yüzden
En çok seni hatırlıyorum
Her siren sesinde
Ölüm feryatlarında
Cuma salalarında
Bazen bir şiirde
Bazende bir soğan dolmasında
Ama en çok salı pazarlarında


Ben en çok seni özlüyorum
Her yerde
Her gülüşte
Her yemekte seni arıyorum
Senden bir parça buluyorum
Sonra kendime bakıyorum
Senin parçana
İlk göz ağrına
Hep o bebekken sarıp sarmaladığın fotoğrafa dönmek istiyorum
İlk fotoğrafımıza
Yada ilk seyahatimize
Belki de ilk tartışmamıza.
İşte böyle baş ediyorum yokluğunla
Hasretime hasret ekleyerek
Daha çok hatırlayarak seni
Kaybolana kadar arayarak rüyalarda
Özleyerek özlemenin zevkini alırken
En çokları yaşıyorum
Her gün bir yenisini katıyorum
Her yeni günde eksikliğinin buruk acısıyla uyanırken
En çok dilimin hasret kaldığı kelimeyi haykırmak istiyorum
Büyük anlamlar yüklediğimiz
Cesur kelimeye ne kadar da uzak düştüğümü anlıyorum.
Ve ben hiç bir yerde babamın fındığını bulamıyorum.






15 Şubat 2016 Pazartesi

SÜRÜKLENDİM ; bir gemi gibi

An itibari ile üç yazıya başladım. Bu da dahil. Mekandan mıdır, havadan mıdır, uzaklıktan mıdır yoksa tamamen kelimelerin çırpınışından mıdır bilmem...  İkisinin ilk cümleleri yazıldı, sonrası ne olur cidden haberim yok. Bu yazı hala devam etmekte. Cümleler peşi sıra geliyor bir kasette ard arda çalan şarkılar gibi. Önce 90larsan çocukluğunuzdan bir parça gibi bana bir masal anlat baba gibi, sonra anlamsız bir biçimde günümüze dönüşümüz gibi... Bir önceki cümleyi nasıl planlamadıysam bu cümleyide öyle planlamadım. İnanın bana bir sonraki kelimeden bile haberim yok. Tıpkı bir okuyucu gibi yazıyorum sözcükleri sevgili okur. Çünkü bende bir okurum hemde bu yazının okuyucusu. Bu yazı bittiğinde ilk ben okumayacağım önce size okutacağım. Bilmiyorum yukarıda ne oldu. Ve aşağıda daha fazla ne olabilir. Merakta etmiyorum çünkü merak ettikçe planlar yapar insan. A planı b planı yada a cümlesi b cümlesi...
Plan yaptıkça yorulur , Yoruldukça dinlenme planları yapar. Ama dinlenemez. Tamda bu yüzden  bir sonraki cümleyi merak etmiyorum. Ben şu an yazdığım cümleyi bile merak etmiyorum. Yazmayı tercih ediyorum. Hep bir merak çemberindeyiz değil mi. Kurtulmaya çalışsakta beceremiyoruz. Ben ne kadar düşünmüyorum desemde bu yazının sonu nereye gidecek diye bir kuytu var beynimin her hangi bir bölgesinde. Ameliyatla ulaşamayacığımız bir noktadan bahsediyorum. Cerrahlar bilmez orayı , hiç bir anatomi kitabındada yer etmez. O kadar yok olan ama bizi mahveden kuytularımız. Eğer olsaydı kitaplarda, bizi kitaplarda olmayan başka bir şey mahvederdi. Mahvolmaya mahkumuz tıpkı merak edip planlar yapmaya mahkum olduğumuz gibi. Biz meraklarımızın ve planlarımızın arasında boğuluyoruz, sonra buhranlara sürükleniyoruz. Halbuki kurtulabilsek bizi esir kılan düşüncelerimizden belki başkaları içinde çabalarız. Ben özgürgürken onlar tutsak olmasın! Ben yaşadığım coğrafya sayesinde özgürken ,onlar coğrafyanın kaderine mahkum olmasın.
Mahkumiyetlerimiz. Bizi hep bu mahkumiyetler mahvetti. Kederlenmiyoruz çünkü farkedemiyoruz, farkettirilmiyoruz. Bizi kurtaracak eli beklerken kendi elimizi yumruk yapıyoruz. Kelimelerden yumruklara nasıl geldik anlamadım. Sürüklendim farkında olmadan etrafıdaki yumruklara kayıtsuz kalamamışım, kalamayışım. Üzüldüm şu an. Üzülmenin çaresi geri dönemem ama daha fazla pişman olunası geri dönülesi düşüncelere izin vermeden tamamlamalıyım bu yazıyı. Ben üzüldüğümede üzülürüm iyisi mi üzülmekten korkmayalım. Üzülmek kimi zaman iyi bir duygudur belki de. Bir dakika:

Ne diyorduk kuytular..
Kuytularımızda planlar, planlarımızda mahkumiyetler ve mahkumiyetlerimizde pişmanlıklar kök salacak, belkide kök salmayacakta bir gemi olacak bizde o gemiye binip sürükleneceğiz.. Yok yok öyle birşey olmayacak çünkü siz benim yaptığımı yapmayacaksınız, belki de o gemiye hiç binmeyeceksiniz.