19 Ekim 2015 Pazartesi

Temizlik Var...

Beklediğime değmiştir umarım bunca zaman. Sahi kaç ay oldu? Yıl mı demeliydim? Unutmaya çalıştım seni. İnan bana başarmaya başlamıştım da. Bir hayli yol kat ettiğim bile söylenebilir. Terk ettin sanmıştım doğduğun evi. Ev… Benim evim. Orada kapladığın o koca alan, koca bir boşluktu sen yokken. Bir geldin pir geldin. Taşıyorsun mübarek; camlardan, kapılardan, bacalardan taşıyorsun.
Seni karşılamak zor olacaktı, biliyordum. Ama bu kadarına hazırlıklı değildim. Bu kadarına kimse hazırlıklı olamaz. Bilseydim bu denli kalabalık geleceğini evdeki boş bidonlara su doldururdum. Yetmeyecek şimdi. Kuraklık da yakın. Buralara kuraklık vurmaz deme. Yokluğunda bulutlar birikmez oldu. Senin yokluğunda boşluğunu doldurmaya çalıştı hırs, öfke ve kin. Yalan yok çokça da yerleştiler buraya. Onun yeri ayrı desem de fark etmemişim senin üçlüyü kaptırmışım bir tanesine. Başkalarında çokça misafir olduklarından dert yanarken kendi evimde kimleri beslediğimden pek de haberim olmamış anlayacağın. Senin yüzünden. Neyse... Keşkeli cümleler kurmayacağım sana. Hayatta her şeyin bir sebebi olduğunu bilecek yaştayım ve biraz da olsa kullanabildiğim bir aklım var. Ama sen yine de hep iyi kili cümleler kurdur bana.
Sen gelince bir farklı oluyor biliyor musun? Sen gelince yuvama, daha adımını attığın an içeri, fır dönüyorum etrafında. Gitme. Çektirdiğin onca acıya, ızdıraba rağmen gitmemen için kilit üstüne kilit vuruyorum kapılarıma. Seni yaşamak mazoşistlik gibi bir şey, cidden bak.  Ama bu gelişin bir tuhaf. Seni ağırlamak oldukça zor olacak.
Geldiğinden emin olamadım kapıyı ilk vurduğun zaman. Her zamanki gibi o mudur diye düşünmedim değil. Ama her zamanki gibi en kötüsüne hazırladım kendimi, yine de sordum kapının dürbününe:
“O mu gelmiş?”
“Kim?”
“O işte..”

Bir isim bile bulamıyoruz sana ev halkı olarak. Sadece geldiğinde evimdeki kötü kokular yok oluyor, misk kaplıyor dört bir yanı. Buna seviniyoruz ve geldiğini en çok da buradan anlıyoruz. Bu defa kim bilir hangi lekeleri temizleyeceksin. İs kaplamış duvarlarımı, işin oldukça uzun süreceğe benziyor. Bahara kadar kalacak gibisin, kalabalık da gelmişsin. Seni ağırlamak zor olacak, şimdiden su faturasını düşünmüyor değilim. Ama yüzümde gülüyor bir yandan evim arınmayı bekliyor. Hamamdaki tellallar gibi acıt canımı, can acımadan temizlenmiyor.

16 Ekim 2015 Cuma

Uzayacak Bir Hikaye

İki dostun ufak bir anısını dinlemek ister misiniz?
Uzak mesafelerin santim santim kısaldığı bir gece.. Şafak sökmeden önce kavuşmanın verdiği cazibe ile yalvarışlar, beklenen gün ışığı ile basılan ilk parmak izi.. Gün böyle başlamıştı onlar için. Uzun bir yürüyüş yapacaklardı aydınlanan Afyon sokakalarında. Ellerinde bir defter dillerinde türküler şiirler ve sırtlarında sırayla taşıdıkları yük. Asıl yükü atmak için söyledikleri sıcak çaylar. Yeni insanlar vardı hayatlarında hiç bir zaman eskilerinin yerine geçemeyecek olan ama candostlarını emanet edebilecekleri kadar samimi insanlar. Güzel geçmesi ümid edilen bir günün getirdiği yağmur damlaları. Yağmurdan saklanıpta sırılsıklam şiir okuyamamnın verdiği pişmanlığı yaşadılar bir an. Dışarı çıktılar belki yağmur yağar diye çok geçmedi ıslanmaları uzun sürmedi. Şiirlerini okudular ve bir camiye sığındılar. Dervişlerin ayak bastığı yerleri gezdikçe andılar , onları andıkça daha çok sustular.
Bir konak avlusu.. Üşümüşlerdi çünkü. Ama yağmura inat hiç yorulmayacakmışçasına otobüslere meydan okuyarak yürüdüler. Karış karış ilerlediler. Hünün sonunda bir kaç cümle dökülmüştü ağızlarından belki henüz gezmedikleri sokaklarda ortaya çıkacak olan dizeler vardı dillerinin ucunda...

Uzun bir gezinti olacaktı bu dillerindeki bütün kelimeleri dökebilmek için.

Kim bilir hangi çocukların oynadığı, akşam vakitlerinde hangi yorgun afımların çıktığı merdivenlerdi bunLar. Onlar da kalan anısıysa yazdıkları üç beş satır olmuştu arkalarında ki bir dergahla. Ve önlerinde yıkık bir ev. Düşünüyorlardı ne yaşanmıştı da o ev bir viraneye dönmüştü.
Sadece bu değildi düşündükleri; gökyüzünde ki uçurtmanın sapı hangi çocuğun elindeydi mesela ya da bir çocuğum yüzünü güldürmeye bir şeker yeter miydi?
Evet yeterdi. Çocuk bu hiçbirşeyden haberi yokki, şeker bilir uçuryma bilir.. bir de sıcak tebessüm yeterdi ona . Tebessüm için dil bilmek gerekmezdi. Ya çocuğun düşmesiyle hissettikleri sızı. Hala içlerinde başkaları için acıyan bir yan mı vardı?
Her insanın acıyan bir yanı vardır, acıyan bir yarası. Neyseki merhem olan dostluklar, uzaklardan edilen kardeş duaları vardı. Yakınken ise bakışlar yeterdi, anlatmaya gerek yoktu sustukça konuşurlardı.
Kumdaki Türk kahvesi gibiydi; ısındıkça köpüren hisleri vardı ikisinin de. Üstüne içtikleri sudaki ferahlıktı belki birbirlerine kattıkları ya da ağızlarında tat bırakan bir kaç kuş lokumu.
Düşündü uzun yol yolcusu; mesafelerin santim santim uzadığı bir yol olacakArkalarında bıraktıkları şiir, yazı, sokak ve yağmur dolu üç nisan günü. Bir daha bu kadar güzeli yaşanmayacak , bu kadar değerlisi.. Geceleri birbirlerine ulaştırdıkları bir kaç dize şiir olacak avuntuları, kimi zamanda anlatacakları eskimeyen bir hatıra...
Uzayacak bir hikayeydi bu. Vakit olacak gözyaşları okyanusları aşacak, vakit olacak tebessümleriyle gökyüzüne ulaşacak olan , bir şiirle başlayıp bir şiirle son bulmayan uzayacak olan bir hikaye..

" yağmura,nisana ve yaşıma aldanıp
uçurumları kıyı sanarak
ve dağlar erişilmeyince acı verir
sözünü unutarak
kaf dağına gitmek istedim

ırmak inadıyla yürüdüm uzaklara
bir derviş olup yürüdüm uzaklara

yanıldı denektaşım geriye döndüm
Kutsal Sözler Panayırı'na sığınıp
ipeksi bir sessizliğe büründüm:

bir hayat,mahçup ve duru
Tanrım,gülleri
ve sessiz harfleri koru."
İbrahim Tenekeci