31 Mart 2015 Salı

GEÇ VAKİT

        Çok vakit geçti Nerelerdesiniz? Biraz geç kaldınız. Sebebini öğrenebilir miyim? Anladım bu gün susmayı tercih ediyorsunuz. Israr etmeyeceğim. Paçalarınız ıslanmış şöyle sobaya yaklaşınız. Siz sıcağı seversiniz; yanlış hatırlamıyorum inşallah. Hasta olmanızı istemem; açıkçası ıhlamurum kalmamış ama taze çayım var. Ihlamur iyileştirir fakat çay da hasta etmez. Şekersiz değil mi tatlıya aranızda pek yoktu eskiden.
        Botlarınızı da kurutma ister misiniz? Sizin ne zaman gideceğiniz belli olmaz çünkü her an çıkmak isteyebilirsiniz. İnsan en çok ayaklarından üşütür,  üşümenizi istemem o yüzden şurada duran siyah çorapları da giyiniz efendim.
        Bakın duvarda ki tabloyu hatırladınız mı? Beraber almıştık Beyazıttan. Ben o günü hiç unutmuyorum da. -Sahaflar çarşısına ilk gidişimdi, ilk kez kitap kokusunu içime çekmiş, toz alerjimi önemsememiş ve kitaplara dokunurken heyecanlanmıştım. İlk kez sizinle gitmiştim oraya, zaten sizden başka da kimseyle gitmedim daha sonra. - Cami tarafında ki kapıdan geçmiştik. Bütün sahaflara tek tek girip çıkmıştık ama bir tanesinden çıkmakta epey zorlanmıştık. Çünkü orada bir tablo vardı; görür görmez mest olmuştunuz ama satılık değildi. O kadar uzun süre baktınız ki tablonun sahibi bakışlarınızın derinliğine dayanamayıp hediye etmek istedi, kabul etmek istemediniz en başta ama tabloyu orada bırakıp da gidemediniz,aldınız. Eve gelir gelmez her zaman oturduğunuz koltuğun karşısındaki duvara asmıştınız. O günden beri orada,sizin astığınız yerde. Duvarı boyarken bile çıkartmadık, sizin izleriniz kaybolmasın diye. Sahiden şaşırdınız mı 15 senedir orada olmasına. Ya da merak ettiniz mi, büyük bir aşk ile baktığınız bu tabloya bir kez daha bakmak için neden uğramadınız 15 senedir. Bunu hep merak etmişimdir. Aslında daha çok fazla merak ettiğim mevzu var ama cevaplamayacağınız için beynimden dışarı çıkartmıyorum. Onlar orada bekleyedursun ben size bir çay daha koyayım.
         Az kalsın kapının girişinde ki mermere takılıyordum. Düşmeme üzülmezdim de anneciğimden kalma dokuma kilime çay dökülmesine üzülürdüm.Birde, yanında minik kulpu olan çay bardağıma; dedem çok severdi bu bardakları.
         Esasen sizde çok severdiniz bu bardaktan çay içmeyi. Peki bundan nasıl vazgeçtiniz? Pardon soru sormayacaktım. En azından şunu bilmeliyim;konuşmam sizi rahatsız ediyor mu?
         Rahatsız olmadığınıza sevindim. Açıkçası sizinle son görüştüğüm günden beri insanlarla pek konuşmamıştım. Sizi görünce konuşasım geldi. Epeydir gelmesini bekliyordum zaten. Sakın sizi beklediğimi sanmayın. Kelimelerin gelmesini bekliyordum. Sanki paltonuzun cebinden çıkmışlarda dilimin ucuna yapışıvermişler aniden. Özlediğim kelimeler varmış, dilimin ucuna geldikçe anlıyorum. Ders kelimesi mesela ne çok olmuş kullanmayalı. Ders demişken aklıma ne geldi; yoksa aklıma geldiği için mi ders dedim bilemiyorum. Annemin sıcak poğaçalarını ders çalışırken ne çok yerdik. Köşede duran annemin elleriyle boyadığı ahşap yemek masasının üzerinde yayıla yayıla çalışırdık. Ama artık o enfes poğaçalardan yememiz imkansız. Tabii siz yokken olanlardan haberiniz yoktur. Anneciğim vefat etti. Nasıl vefat ettiğini inanın anlatmak istemiyorum. Ben de burada susma hakkımı kullanmak istiyorum. Çok konuştuğum gibi çok sustuğum da oluyor. Ben susmayı da sizinle öğrendim. Eskiden de suskundunuz. Durgundunuz ama durmadınız! Anlaşılan o ki gittiğiniz yerde de durmamışsınız. Baksanıza buradasınız. Karşımda bir iskemlede oturuyorsunuz. İskemle; o da hiç eskimedi. Annem siz gelirsiniz diye her gün tozunu alırdı kimsecikleri de oturtmazdı. Ben de hergün tozunu alıyordum ama bugün geç kalmışım almakta siz erken geldiniz. Halbuki hep ben erken davranırdım siz geçte olsa gelmezdiniz...
          Vakit geçiyor,abdest almam lazım. Siz hala namaz kılmıyor musunuz? Annemi ne çok üzerdiniz. Hiç değişmediniz mi? Yüzünüzde ki çizgiler ve lekeler de hala aynı yoğunlukta. Kalbinizdeki lekeler ne alemde peki? Onları temizleyebilmek için mi geldiniz yoksa? Hepsini temizlemeniz imkansız. Annem şu an olmadığına göre onunla ilgili kısım büyük hesap gününe kaldı.
          Benimle ilgili olan kısma gelince hemen halletmeye çalışsanız sizin için iyi olur. Çünkü son nefesimi ne zaman vereceğimi inanın bilmiyorum.

21 Mart 2015 Cumartesi

İYİ MİSİN?



seni çağıranlar gelmemiş,
üstelik mahcup da değiller.
anla ki kuzgunların derdi
artık sen değilsin.
bir hayal gördün,
hayata benzettin, geçti.

Muzaffer Serkan Aydın

Yalan söylemek kötü bir şeydir arkadaş ve sen artık hamd etmeyi bıraktın sanki. İyiyim diyorsun sadece. İyiyim. Emin misin? Şüphede bırakıyorsun beni. İnsan hep iyi olmaz çünkü. Olmamalı, fıtratına aykırı. Arada bir çığ düşmeli çatına, bir fırtına yerle bir etmeli o sağlam duvarlarını. Etmeli ki enkazından yeniden bir sen doğarken daha güçlü, daha sağlam atabilesin temellerini. İnsan deneyerek öğreniyor, sen de biliyorsun. Yeniden var oldukça daha dayanıklı  malzeme kullanıyor yapısına. Malın iyisinden de kötüsünden de anlıyor. Gerçi kimisi de adi malda inat etmiyor değil. O başka mesele.

Sana dönecek olursak emin olamıyorum arkadaş. Kıyından uzaklaşmış hissediyorum kendimi. Boyumu aşıyor artık suların. Havan, suyun, toprağın... Uzaklaştıkça yabancı bir memleket oldun çıktın. Yalancıydın, yabancısın bir de şimdi. İşe bak. Ama hani sokakta görsem bir yerden gözüm ısırıyor diyecek cinsten değilsin daha. Korkmuyor değilim. Ara ara el sallıyorum kıyına. Bazen  kendi telaşındasın, bazen umut veriyor selamın sabahın. Hava karardı mı bir sakinlik çöküyor caddelerine, o zamanlar daha çok benim toprağım diyorum. Emin yaklaşıyorum sana. Yarın güne tebessümle uyanıyorum.

Uzaklaşma! Bekle biraz. Anlattıklarımdan hoşlanmadığını biliyorum; ama beni duymalısın. Gördün mü bak “Seni çağıranlar gelmemiş / Üstelik mahcup da değiller.” Sen ise yüzüne yerleştirdiğin her tebessümü kar zannediyorsun. Sen şişirirken benliğini, adım adım  uzaklaşıyorsun kendinden. Hayır! Hayır, ben bu tebessümü tanımıyorum. Buram buram samimiyetsizlik kokuyor. Sanıyorsunki acı çekenler gülümsemiyor. Mutluluğu aradığın yerde bulacağına emin misin? Ya da şart mıdır mutlu olmak, diğer yüzünde sabrın sonu selametse?

Fena olmak kötü bir şey değil arkadaş. Yanlış anlatmışlar sana. Yüzün hep gülecek değil ya, bazen kaybolmalısın kaldırım taşlarının arasında. Gece yüzüne sert bir ayazın çarptığını hissetmelisin. Bilmelisin sokakta yatan küçük bir bedenin ne denli titrediğini, bilmelisin ki onu anlayabilesin. Acı pişirir insanı arkadaş. Acı hoş eder insanı, ruhu besler. Bir vicdanının var olduğunu hatırlatır. Hala tam olarak kararmamış bir kalbin olduğunu hatırlatır. Ümit vardır.

İşte bu yüzden iyiyim deme! Deme işte. Sen bana benzemezsin o zaman. Ben olmak bunu mu gerektirir sahi? Bilmiyorum, ama eğer iyiliğin beni yok sayacak cinstense uzak kal arkadaş. Yabancı kal ya da gel beraber hamd edelim...


6 Mart 2015 Cuma

KAÇ KİŞİ

kaç kişi sığar bir duaya
kaç insan için açılır eller semaya 
bir anne,
bir baba,
bir evlat,
bir kardes,
bir dost,
bir aşk için mi

altı kişi mi
bir dua altı kişi, 
kaç dua kurtarır 
tanımadığınız bir yetimi
kaç dua sonra sıra verirsin
onun için
kaç kez ellerini semaya açabilirsin
kaç kez kendi sıranı savabilirsin
tanımadığın birine nasıl dua edebilirsin
eder misin
sevdiklerinin arasına alabilir misin
görmeden sevebilir misin
o seni bilmese bile
sen onu hatırında tutabilir misin?

hangi duanda yer verirsin gözyaşına
onun çektiği acılar için de ağlasana
bir annenin feryadına kulak verip sende haykırsana

susma! 
unutma!
sıraya koyma 
sırada ol
tek bir şey sığsın duana
bir olanı parcalama.

kaç kişi sığar bir duaya
kaç kişi bilir sığsın bir duaya.