30 Ekim 2014 Perşembe

GERİDE KALANLAR

   Bir kalem ve bir kağıt,aslında defter. Özlemişim limon başlı tükenmez kalemimle,arkadaşımın hediye ettiği sarı yapraklı bu defteri. Tabi özlediğim başka şeyler de var. Mesela küçükken kardeşimle 5 katlı apartmanımızın içinde büyük bir ağacı olan minik bahçesinde annemi beklediğimiz günleri...
   Annem nikah şekeri yapardı evde. Ürünleri teslim edip parasını tahsil edince de bize dondurma alırdı sokağın başındaki bakkaldan. Annemin bizimle ilgilenmek için nikah şekerini, bizim uyuduğumuz vakitlerde yaptığı günlerden bahsediyorum. Babamın geceleri taksiye çıktığı günlerden. Ya da yemek yerken annemin zihinden problemler sorarak pratik yaptırdığı günlerden. Zihinden problemler kitabım/kitaplarım vardı annemin elinden düşürmediği.
   Kendisi imam hatipin orta okulundan mezundu ama her zaman derslerimizle o ilgilenirdi. Çünkü azimli ve zekiydi. Sayesinde matematiğim hep iyi oldu. Sobanın başında çalıştığımız matematik dersleri bu yaşıma kadar hep işime yaradı. Ve kardeşimin de. Çünkü annem bana ders çalıştırırken uzaktan doğru hep dinlermiş. Okumayı kendi kendine öğrendiğini çok sonra anladık.
   Kardeşim ilkokula başladığında artık kırtasiyemiz vardı ve annem biz uyanıkken de çalışmak zorundaydı. Bu sebepten olacaktı ki kardeşim ikinci sınıftayken matematikten düşük not aldı. O an itibariyle evde seferberlik ilan ettik. Beyaz tahta alındı,takviye kitaplar tamamlandı. Bir aya kalmaz matematik problemi halledildi ve kardeşim aldı yürüdü. Okul birinciliği,fen lisesi,tıp fakültesi...
   Yine bugünlere geldim. Çok hızlı oldu. Biraz geri saralım. Doksanların sonu olabilir mesela. O seneleri net hatırlıyorum. Kardeşimle aynı kıyafetleri giyinip ikiz gibi dolaştığımız zamanlar. Tabi bir de annemin diktiği o birbirinden güzel elbiselerimiz. Her detayını düşünürdü çizgi film kahramanını bile dikerdi elbisenin bir köşesine. Önce ben giyerdim sonra kardeşim daha sonra kuzenim. İstese teyzem giydirmezdi,yenisini alabilecek durumları vardı. Ama yine de giydirirdi...
   Geçenlerde markette bir baba gördüm. Çocuk tarifi ile abur cubur rafını doldurmuştu sepete. Aklıma babam geldi. Evin marketini hep o yapsın isterdik. Çubuk kırakeri,petibör bisküviyi,napoliten çikolatayı,gofreti ve annem sevdiği için fıstık çikolatayı almadan gelmezdi. Gereksizdi ama babam severdi gereksiz harcamayı. Bize de gereksiz gelmezdi çocukken. Nereden bilelim. Aslında bilmekle de alakası yok bana hala gereksiz gelmez bir babanın çocuklarını sevindirmesi.
   Bir de İstanbul'daki o sıkışık apartmanlarımızın olduğu sokağımız. O kadar sıkışıktı ki arka taraftaki balkondan karşı apartmana  geçebilirdik. İki apartman arasındaki minnacık boşluk da adeta çöplük gibiydi. Unutamam,unutulmayan çok şey var. Sayfalara sığmaz. Beynime ve kalbime sığdırdım ama. Zaman zaman geliyor böyle aklıma o minik, ortasında kocaman holü olan,sobanın bütün her yeri ısıttığı evimiz,babamın eve gelemediği geceler.
   Bir de o gecelerde olan depremler. İki deprem hatırlıyorum. İkisinde de babam işteydi. İkisinde de alt komşumuz Aziz amca indirmişti bizi aşağıya.  Allah rahmet eylesin.

   Şimdi ne babam bu dünyada ne de Aziz amcam. Herkes göçüp gidiyor.Hayatlarımıza bıraktıkları üç beş çocukluk anısıyla kocaman bir özlem kalıyor.Baba hasreti ve yarım kalan hikayeler yer ediyor..

29 Ekim 2014 Çarşamba

KUŞLAR


Şuraya bak! Uçuşan bir sürü kuş. Bir o yana bir bu yana çarpıyor, sonra sersemleyip yerde buluyorlar kendilerini. Yaralarını sarmak çok uzun sürer. Bazıları ölüyor, biliyor musun? Hayır, bilmiyorsun. Çünkü senin dünyanda kuşların uçuşabileceği bir gökyüzü yok. Mavilikten yoksunsun, bulutlardan da. Kuşların olsa ne olacak sanki onlara biraz simit atacak vaktin bile yok. Kuşların karınlarını doyurmak gerekir,  yoksa ölürler. Göremezsin gökyüzünde bir daha. Özlersin. Yani ben özlerim, seni bilmiyorum.  Üstelik vefalıdırlar da. Karınlarını doyurdukları yerden ayaklarını kesmezler. Bazı insanlar bencillik olarak görür bunu. Alakası yok. Kuşlar özler. Gelmişken de birkaç parça simitinden tatmadan gitmezler. Eve gelen misafirler gibi.
Sen başını kaldırınca bir tanesi havalandı gördün mü? Bu senin içindi. Sana şimdi bildiği en güzel dans gösterisini yapacak. Önce yavaş yavaş havalanacak, sonra usul usul dönecek gökyüzünde. Yapma ne olur! İndirme başını. Büyük bir hızla yere çakılacak yoksa. Bu sefer çok ağır olur için. İnan bana havalanamaz bir daha. Zor görürsün böylesi bir güzelliği ömründe. Kime laf anlatıyorum sanki. Çok da umurunda. Öldürdün onu.
Kendine o kalın tuğlalarla ördüğün duvarların…  Farkında mısın bilmiyorum ama yok gibisin. Yaa! O duvarlar kuş leşlerinden korunmak için mi? Doğru, unutmuşum öyle bir ihtimal de var değil mi? İnsan görmediğinden korkarmış ya hani. Ben bir gör derim kuş leşlerini. İçin acır da, belki insafa gelirsin. Tabi ya kuşlar. Bak şu havalanan da benim içindi. Ama bu sefer eminim yere çakılacağına ve tam da senin çatına.
Sana son bir şans vermiştim onların muazzam danslarını izlemen için. Belki ölene dek gökyüzünde kalırlardı, ebabil kuşları gibi. Sen bilmezsin ki ebabil kuşlarını. Benimki de laf. Başını pencerenden dışarı çıkarıp da baktığın mı var. Benim için ördüğün duvarlarsa boşuna, bilmiş ol. Sen ne kadar öldürsen de kuşları, ben aşıp duvarlarını, onlarla beraber uçacağım. Kararlıyım.

“Bak gör!”

“Bir şey mi dedin?”