21 Şubat 2019 Perşembe

Nereden çıktı bu meslekler?

Bugün okuduğum bir haber üzerine ne zamandır düşündüğüm bazı şeyler tekrar beynimin içinde debelenmeye başladı. Bu fikirlerin hepsi şahsi fikrim olmakla beraber kimseyi kırmak, incitmek amaçlı da değildir. Bundan yaklaşık yedi yıl evvel girdiğim üniversite sınavında kötü sayılamayacak bir puan yapmıştım tıpkı diğer meslektaşlarım gibi. Fıtraten öğretmen, mühendis ya da başka birşey olamayacağımı düşünerek yazdığım fizyoterapi ve rehabilitasyon bölümünü severek ve hayal kurarak okudum hala da öyleyim. Buraya kadar herşey çok güzel ancak yazının en başında bahsettiğim habere gelince; ‘Müjde, öğretmenlere  yirmi bin atama daha.’ Atansınlar, atanmalılarda ama yıllardır, ben kendimi bildim bileli memlekette yalnızca öğretmenlerin böyle bir sıkıntısı varmış gibi davranılmasından, çok iyi okullardan mezun olup iş bulamayan binlerce gençten bahsedilmemesinden ki bundan sadece kendi mesleğim için bahsetmiyorum bu grubun içerisinde bir çok psikolog, psikolojik danışman, mühendis, hukuk fakültesi mezunları, diyetisyenler ve belki benim saymadığım onlarca meslek var, rahatsız oluyorum ve bunu dile getirmek istiyorum.
Ama asıl sorgulanması gereken olay şu bence özel sektör çalışanları ile kamu çalışanları arasında olan bu uçurum neden? Uçurum olmadığı iddia ediliyorsa neden herkes bu kadar atanmak için çaba gösteriyor? Girilen sınav tamamen şansa dayalı bir kaç saatlik bir sınav iken insanların hayatlarını yönlendiren bu sınavın sonuçları neden bu kadar ağır?
Atanamamış olmak insanlar tarafından ne sebeple bu kadar yadırganıyor?
Kendim bile isteye Kpss’ye çalışmamış biri olarak her girdiğim ortamda devlete giremedin mi soruları ile neden muhatabım? Ve neden öğretmen olmayanların istihdam problemi yokmuş gibi davranılıyor?
Buradaki küçük serzenişime belki kimse cevap vermeyecek ama bende içimde tutmamış olacağım.
Tekrardan belirtmeliyim ki kimseye ithafen olmayan bu küçük yazı kendi mesleğimle ilgili değildir. Kpss ye çalışmayıp atama beklemeyen biriyim ancak çok yüksek puanlar alıp mesleğini yapamayan düz memur olan çok arkadaşım var. Acı olan memur olmaları değil yıllarca emek verip öğrendikleri ilmi kullanamamalarıdır.
Hayal kurmayı ve ümitlenmeyi hiç bırakmayan biri olarak mutlu olduğumuz işleri en verimli vakitlerde yapabileceğimizi ve çabalayarak, kendimizi geliştirerek , öğrendiklerimizin hakkını vererek hedeflerimize ulaşabileceğimizi biliyorum. Vazgeçmemek ve üzülmemek duası ile..

4 Eylül 2018 Salı

Yol Açın!

Birbirinden farklı hayatlar yaşıyoruz omuzlarımızda taşıyoruz; ne kadarı bize ait bilmediğimiz.. Çoğumuzun seçme şansı olmuyor yani oluyormuş gibi de öyle değil. Önümüze bir çok yol çıkıyor onlardan birini seçme hakkımız oluyor. Oysa bize kendi yolumuzu çizme şansı verilebilirdi. Evet onu da başkasından bekliyoruz. Asıl sıkıntı bu kendimiz çizmek istemiyoruz o yolu. Yaşadığımız hayatlardan, dünya düzeninden o kadar çok şikayet ediyoruz ki bizi dinleyenler bir şeyler yapabileceğimizi sanır. Oysa biz daha bir yazarın tabiri ile sabah uyandığımız da yatağımızı bile düzeltmiyoruz. Dünyayı mı düzelteceğiz?

Ağaçlar çiçek açmıyor diye söylenmek yerine ağacın dibine elimizde ısınmış olan suyu dökebiliriz çöpe atmak yerine. Küçükte olsa bir şeylere dokunabiliriz, bir çocuğun kalbine mesela.. En küçük şeyler onların yürekleri değil mi? Minik yürekler büyük yarınlara gebedir çünkü. Öğretmen değilim ama bilirim ki bir öğretmen ne kadar kıymetlidir okula yeni başlayan bir çocuğun gözünde. Unutulmaz hatıralar yaşatan öğretmenler, sevgi ile dokunan öğretmenler öğretirler çocuklara sevmeyi, adaleti, incitmemeyi ve incinmemeyi..

Birinci sınıfta iken su çiçeği olmuştum ve iki gün okula gidememiştim. Öğretmenim o kadar fedakardı ki okul çıkışı gelip bana o günlerde işledikleri konuları anlatmıştı. Büyüdükçe daha çok yer etti bu hikaye kafamda. Çünkü menfaatin ne olduğunu büyüdükçe öğrenmiştim. küçük bir kız çocuğundan hiç bir beklentisi olamazdı, üstelik bu kız çocuğunun ailesi aşırı eğitimli ya da zengin kişiler değildi. Yine de en değerli şeyi olan vaktini ayırıp gelmişti. Taşındık okulum değişti tam on yedi yıl geçti ama unutmam, unutamam..

Öğretmen değilim belki söz söylemeye hakkım yok ama dostlarımı, mesleğine kıymet veren tüm öğretmenleri çok seviyorum... Evet belki bu noktaya kadar olan seçimlerimiz bize ait değildi ama bilmeliyiz ki sunulan yolların dışında daha emin adınlar atabileceğimiz yollar açabiliriz. Yeni başlayan bu yılda dilerim ki sevgi ile adım atan öğretmenler olsun çünkü atılan her adım peşinde onlarca yüreği getirir..

18 Mayıs 2018 Cuma

Kudüs İçin

Bir gezi yazısı yazmak için geçtim masanın başına; lavantalardan, zambaklardan, güllerden ve gelinciklerden bahsedecektim size. Çiçeklerden, renklerden, gökyüzünden, doğa olaylarından, nimetlere şükürden konuşacaktık. Ama biliyoruz ki yaprak döküyor bir yanımız , diğer yanımız bahar bahçe iken. Çiçekli, şiirli şehirlerden, direnişin şehrine çeviriyoruz kalemimizin rotasını; Kudüs’e...
Gidemediğimiz göremediğimiz her şehir bizde biraz eksik ama Kudüs tam. Kudüs içimizde, yerleşik vaziyette.. Hiç bir depremin, yangının yok edemeyeceği köklere sahip. Şimdi dualarımız bahçelerimizi sulamak için değil Kudüs’ün yangınını söndürmek için akıyor kalplerimizden. 
Zaman Kudüs için işliyor, gözyaşları Kudüs için düşüyor yanaklarımızdan. Yüreklerimizde ki engelleri kaldırıyoruz birer birer çünkü görüyoruz onlar engel tanımıyor. Hamdolsun dönüp içimize bakıyoruz nedir bizi tutan diye. 

Böyle hayal etmemiştim bu gezi yazısını ama artık tüm yazılar  Kudüs için hatta tüm hayallerimiz de. Engellemiyoruz özgürlüğü düşleyen zihnimizi artık.. Tam da şu an da hayalimiz, rüyamız, hülyamız ve de rotamız Kudüs için.. 

21 Mart 2018 Çarşamba

Farkında mıyız?

İnsan ne için yaratıldı sorusuyla  başbaşaydık hep ve kendimize verdiğimiz cevap bize öğretilenden farklı değildi 'Kulluk' için. 
Kulluk neydi nasıl yapılırdı bir eylem miydi bir sorgulamamı yoksa sadece bir kelime mi? Tüm bu soruların cevaplarını henüz tam kavrayamamıştık ki +1 olduğumuz hatırlatılmıştı evet görevimiz kullukta, benden başka milyonlarca kul varken bir de ben neden vardım? Araştırdık düşündük sorduk hep kendimizi sorguladık ama bilmiyorduk ki başka +1 ler vardı. Ama bu +1 ler yalnızca insan olarak değil kromozomal olarak da +1 di. 
Kim bilir niye Yarattı Rabbim bu çocukları diye hep düşündük ve imtihan dedik buna. Hepimiz aynı kanıdayız da sanırım çünkü biz uzaktan onu annelerin cennet anahtarı görüyoruz görüyorduk çünkü onlar muhtaçtı... Annelerine babalarına öğretmenlerine , sürekli öğrenmeye.. ta ki yaptığım iş sebebi ile onlarla tanışana dek. 
Uzun bir süre aynı kanı ile yola devam etmiş olsam da bir anlık yaşattıkları duygu ile anladım ki onların bize değil bizim onlara ihtiyacımız var.
Bir sebeple kimseyle konuşamadığım bir anda çalıştığım işyeri sebebiyle sürekli görüştüğüm bir yavrucağa dertlerimi anlatırken buldum kendimi. Ağladım ve ona sevgiye ihitiyacım var napıcaz diye sarıldım hayatımda yaptığım en güzel şeydi belki de down sendromlu bir çocuk ile dertleşmek. Bana hemen gözlerimi kapamamı söyledi. Bir iki dakika oyalandı ve açabilirsin dedi. Önünde duran Lego parçaları ile bana sürpriz olarak kule yapmıştı. Gözyaşlarımı sildi bak nasıl olmuş diye sordu. Beni mutlu etmek için hemen organize olmuş ve başarmıştı çünkü çok kolaydı bir insanı gülümsetebilmek tabi becerebilene.. O an anladım onlar muhtaç değil bizler onların saf sevgisine muhtacız. Anne ve babaları kendilerini çıkmaz sokakta buldukları zaman kendilerine bir yol ararken onların ışığına muhtaç. 
Ben neden +1 olduğumu hala sorgularım ama onların neden +1 olduğunu anladığımı düşünüyorum.  Rabbimin yarattığı her şey de bir tecellisi vardı ve merhametini tecelli  etmek için elbetteki günaha yaklaşmayacak özel kullar seçecekti.

Onları görmek çok kolay sevmek ise bitmeyen bir bahar.. 

10 Ocak 2018 Çarşamba

Özleriz...

Özlemenin nasıl bir nimet olduğunu düşünüyorum bazen. Özlem kavuşulduğu zaman ortadan kaybolan  bir duygu değildir ki her zaman kavuşulamazda. Çünkü artık ulaşamayacağımız, uzanamayacağımız, dokunamayacağımız hatta hissedemeyeceğimiz yerlerdedirler. Kaybettiğimiz birini, güzel anılarımızı, bir şehri, dostlarımıza olan muhabbetimizi, annemizin yemeklerini, kardeşimizle kavgalarımızı, küçükken sevdiğimiz oyuncağımızı, ilk okumaya geçtiğimiz günki heyecanımızı, ağladığımız zaman başımızı koyduğumuz omuzları, otobüsle yaptığımız uzun yolculukları, heyecan duyduğumuz güzel işleri, sevdiğimiz bir konuşmacının katıldığımız ilk konferansını, okulda yaptığımız ilk sunumu ve ardı sıra ekleyeceğimiz, ekleyebileceğimiz bir sürü şeyi özleyebiliriz. Genelde ilkleri özleriz çünkü ilktir ve tekrar yaşanılamazdır o heyecan.. Özlediğimiz anlara kavuşamayız aynı anıları bir daha yaşayamayız. 
Özlemek güzel bir duygudur çünkü özlüyorsak iyi hissettirmiş demektir. Özlüyorsak birşeyler tamamlanmış bazı vakitlerde demektir. Özlüyorsak heyecanlanmışız, birşeyler paylaşmışız, yaşamışız demektir. Bazı zamanlarda da olsa neden nefes aldığımızı anlamışızdır. 
Özlenmek isteriz ve birinin özlediği anlarda olmuş olmak.. Çünkü özleyen bilir kıymet verilen özlenir. Bunun için çabalarız çoğu zaman. 
Peygamberimizin özlediği hayırlı bir ümmet,
Annemiz/babamız için  evin neşesi olan evlat,
Kardeşimize sahip çıkan bir abla/abi,
Dostumuzun dertlerini dinleyecek bir yoldaş,
Zamana ve mekana sahip çıkabilen bir genç,
Annemizin/babamızın arkasından kapanmayan amel defteri..
İşte bu vasıflara sahip olabilmek için çabalar ulaşamadıkça yine özlem duyarız...

Özleriz çünkü hüzünlenmeyi severiz. Ve yalnızca yaşadıklarımıza değil yaşayamadıklarımıza da özlem duyabilirmişiz.. 

Şimdi bu erken sabah saatinde
Acıtıyor kalbimi özlemle
O sabah vaktin görüntüleri
Babamın güzel, ağır başlı yüzü
Annemin azıcık hüzünlü
Ve hep azıcık telaşlı gölgesi
                        Ataol Behramoğlu

25 Ekim 2017 Çarşamba

Hangimiz muhtacız?

İnsan ne için yaratıldı sorusuyla  başbaşaydık hep ve kendimize verdiğimiz cevap bize öğretilenden farklı değildi 'Kulluk' için. 
Kulluk neydi nasıl yapılırdı bir eylem miydi bir sorgulamamı yoksa sadece bir kelime mi? Tüm bu soruların cevaplarını henüz tam kavrayamamıştık ki +1 olduğumuz hatırlatılmıştı evet görevimiz kullukta, benden başka milyonlarca kul varken bir de ben neden vardım? Araştırdık düşündük sorduk hep kendimizi sorguladık ama bilmiyorduk ki başka +1 ler vardı. Ama bu +1 ler yalnızca insan olarak değil kromozomal olarak da +1 di. 
Kim bilir niye Yarattı Rabbim bu çocukları diye hep düşündük ve imtihan dedik buna. Hepimiz aynı kanıdayız da sanırım çünkü biz uzaktan onu annelerin cennet anahtarı görüyoruz görüyorduk çünkü onlar muhtaçtı... Annelerine babalarına öğretmenlerine , sürekli öğrenmeye.. ta ki yaptığım iş sebebi ile onlarla tanışana dek. 
Uzun bir süre aynı kanı ile yola devam etmiş olsam da bir anlık yaşattıkları duygu ile anladım ki onların bize değil bizim onlara ihtiyacımız var.
Bir sebeple kimseyle konuşamadığım bir anda çalıştığım işyeri sebebiyle sürekli görüştüğüm bir yavrucağa dertlerimi anlatırken buldum kendimi. Ağladım ve ona sevgiye ihitiyacım var napıcaz diye sarıldım hayatımda yaptığım en güzel şeydi belki de down sendromlu bir çocuk ile dertleşmek. Bana hemen gözlerimi kapamamı söyledi. Bir iki dakika oyalandı ve açabilirsin dedi. Önünde duran Lego parçaları ile bana sürpriz olarak kule yapmıştı. Gözyaşlarımı sildi bak nasıl olmuş diye sordu. Beni mutlu etmek için hemen organize olmuş ve başarmıştı çünkü çok kolaydı bir insanı gülümsetebilmek tabi becerebilene.. O an anladım onlar muhtaç değil bizler onların saf sevgisine muhtacız. Anne ve babaları kendilerini çıkmaz sokakta buldukları zaman kendilerine bir yol ararken onların ışığına muhtaç. 
Ben neden +1 olduğumu hala sorgularım ama onların neden +1 olduğunu anladığımı düşünüyorum.  Rabbimin yarattığı her şey de bir tecellisi vardı ve merhametini tecelli  etmek için elbetteki günaha yaklaşmayacak özel kullar seçecekti.

Onları görmek çok kolay sevmek ise bitmeyen bir bahar.. 

1 Eylül 2017 Cuma

bedbin adam'a...



Bir gece yarısı türlü sebeplerle çıkmıştı karşıma 'bedbin adam'. Çıkmıştı derken öyle simaen değil, kelimeler aracılığıyla. Gece gibi karanlıktı sayfası. Uzun uzun üstü kapalı iç dökmüşlükleri vardı satır aralarında. Yıkılmışlıklar vardı, adı konulamamış meseleler, anlam arayışları, tablolarda gizlenmiş gerçekler ve çokça ben vardı. O bunu farkında değildi tabi ama ben kendimi buluyordum yazdıklarında. Bazen içinden ne geldiyse onu yazdığını hissediyor, ortak oluyordum o karmaşıklığına. Tabii o bunları bilmiyordu.

Simsiyah bir arka plan çoğu insanın içini karartabilirdi okurken. Beni ise daha çok kendine çekiyordu. Siyahla beyazın yeri başkaydı çünkü bende. Her insanın hem gecesi hem gündüzü vardı. Ben de bu yüzden, her ikisini de benimsemiş griye vurgundum. Benim kelimelerim de grinin altında toplanıyordu. O zaman bilmiyordum tabii onun da kendini benim satır aralarında bulduğunu. Burada bana ait bir şeyler var dediğini.

Haberimiz olmadan kelimeler arasında ararken birbirimizi hiç ait olmadığımız topraklarda kesişti yollarımız. Ortak dostlar haberdar ettiler bu iki yabancıyı birbirlerinden. Yalnız kalmayın dayanak olun dediler.  Ama iki çekingen nasıl gelecekti ki bir araya. Aynı dolmuşta mutlaka denk geldiğimizi biliyordum da kim olduğunu bir türlü kestiremiyordum. Dolmuşta inen her adamda tanıdık bir şeyler arıyordu gözlerim. Tahmin ediyordum ama emin olamıyordum. Aynı sokaklarda yürüyor, aynı merdivenleri çıkıyor, aynı masalarda farklı zamanlarda yemek yiyorduk. Derken gideceği haberi geldi ülkenin diğer ucuna. Daha yüzünü bilmeden gidecekti. Sesini duymadan... Bir arayış değildi o zaman, ama insan yaşamında giz kalsın istemiyordu. Derken gitmeden, başını öne eğerek  gülümsedi bir adam. Bedbin adam. 

Tanısaydık birbirimizi çok özel şeyler paylaşabilirdik hüznüyle küçük şehirden gitti bedbin adam. Bende de aynı hüznü bırakıp gitti o masal şehrine. Elimizde yine yalnızca kelimeler kalmıştı. Bir de büyük suskunluklar. Sonra o bozdu suskunluğu benim gri sayfamda. "Bu suskunluk; sadece iç kargaşalar, çelişkiler tünelinden çıkamayışımızın bir sonucu mu?" Uzun sohbetlerle bozuldu sonra suskunluk. Ama iç kargaşaları giderek büyüyordu. Bedbin adam tanındıkça daha da gizemli bir hal alıyordu. 

Kelimeler yetmeyince masal şehrinde  buluşmaya karar verdik. Yüz yüzeyken de uzun cümleler kurabilecek miyiz diye merak ediyordum. O kuruyordu, sürekli bir şeyler anlatıyordu. Susmaktan korkuyordu. Bu hali güzeldi. Sonra gördüm ki sessizliği de güzeldi. Derken hava kararıverdi. Ama bu ses ve sessizlik ona da yetmemişti. Biliyordum. Bu sebeple bir daha çağırmıştık ses ve sessizliği. Derken bir daha. Vakit onunla güzeldi değerliydi ve hiç olmadığı kadar hızlı. Yetmiyordu. Sesini ezberleyemiyordum. Yüzünü. Ama sessizliği öyle bendi ki bırakıyordum kendimi kıyılarına. Beni de götür her nereye gidiyorsan ya da gel benimle. 

Sonra bir eylül günü... Bunu bilmen gerektiğini düşündüm; bedbin kıyılarımda seninle birlikte yürümeyi çok isterdim, dedi ya da onun gibi bir şey. Ben şaşkınlıkla kalıverince öyle; sus, dedi bir şey  söyleme, hemen karar verme. Çantasında benden habersiz çiçeklerle geri döndü masal şehrine. O daha varmadan ben kararımı vermiştim halbuki. Hayatımı bu bedbin adamın sırtına yaslamak istiyordum. Onunla sokaklarda koşmak, yüksek yerlere tırmanıp manzaranın keyfine varmak, galata kulesinden bir yer seçip masal şehrinin labirentlerinde o mekanı bulmak, yıldızları seyretmek, antika eşyalar seçmek, duvarlara şiirler yazmak, kulağına en sevdiğim türküleri fısıldamak istiyordum. Bunu ona da söyledim.

Tam bir yıl önce ...